Cemal Paşa ve yaverlerinin Tiflis'te öldürülmesiyle alakalı kroki
Harb Tarihi
8 Ağustos 2018 Çarşamba
Falih Rıfkı Atay'ın gençlik fotoğrafları. Falih Rıfkı Bey, 1912 senesi Dahiliye Nezareti'nde Talat Paşa'nın hususi kalem memuru olmuştur. İkinci Trakya ve Bükreş gezilerini hem bu sıfatla, hem de gazeteci olarak yapmıştır.
Büyük Savaşın ilk yıllarında Suriye'de Cemal Paşa'nın yanında Dördüncü Ordu Karargahı İkinci Şubesi'nde ihtiyat zabiti olduğunda o dönem ayrıca bütün siyasal ve yönetsel işlere bakan şubenin şefiydi. Savaşın son yılında da Cemal Paşa Bahriye Nazırı olunca, Bahriye Nezareti hususi kalem müdürü muavini olmuştur.
Mustafa Kemal, Fikriye’nin vefatından beş, altı hafta sonra 25 Temmuz 1924 günü Salih Bozok’u da yanına alarak otomobile biner. Bugünkü Kuğulu Park’ın olduğu yere gelir. Salih Bozok’un notlarında o günle ilgili şunlar yazıyor:
Şaşırdım. Paşa Hazretleri durmamızı emir buyurdular durduk. "Hava almak istiyorum Salih..." derken gözlerinin bir yerleri aradığını hemen fark ettim.
"Müsaade buyurursanız önden ben gideyim." dedim. Hiç sesini çıkarmadılar. Fikriye Hanım’ın ebedi uykusunu uyuduğu yerin önüne kadar geldik. Ben bir an durdum, yalnız kalmak istediğini hissetmiş olmam nedeni ile birkaç adım geriye çekildim. Paşa Hazretleri mezarın başına geldiler, ben arkasında olduğum için yüzünü göremiyordum. Hava çok sıcaktı. Cebinden beyaz ipek mendilini çıkardı, sanırım terlemişti. Yüzünü ve alnını ipek mendili ile sildi. Sonra beş on adım arkasında duran bana dönerek buğulu gözlerle:
-Çocuk bu mendiller insanın terini silmiyor senin mendilin var mı, diye sordular. Sıkıldığı, üzüldüğü veya kati bir karar vereceği anlarda hep terlediğini bildiğimiz için Kılıç Ali’de, ben de Paşa Hazretleri için daima yanımızda pamuklu bezden yapılmış birkaç mendil taşırdık. Hemen koşar adımlarla Paşa Hazretleri’nin yanına gittim ve mendillerden birini verdim. Baktım ki çok terlemişlerdi:
-Paşa Hazretleri bunu da kullanabilirsiniz diyerek ikinci mendili de takdim etmek istedim.
-Yok yok yeter bu, buyurdular. Birkaç saniye daha oyalandılar. Tam otomobile doğru gidecek iken tekrar Fikriye Hanım’ın mezarına doğru döndü, elindeki beyaz ipek mendili, bir avuç gül yaprağını savurur gibi Fikriye Hanım’ın mezarının üzerine doğru savurdu. Şöylesine birkaç kere havada dalgalanan ipek mendilin, mezarın başucuna inmesine kadar bekledi. Birkaç saniye sonra da, sanki mezarın başına sadece ipek mendilini değil, yüreğini de bırakmışçasına hüzünle oradan ayrıldık.
57. Alay'ın başında bu mıntıkadaki çıkarmaların o ana kadar aldığı biçimi kendi gözleriyle müşahede etmek isteyen 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, 261 rakımlı tepe yakınında geri çekilmekte olan askerleri durdurmuş, neden kaçtıklarını sormuştu. Bu önemli hadiseyi kendisinden aktarmak gerekirse; Bizzat yol bulmak ve müfrezeyi oradan sevk etmek sureti ile Kocaçimentepe'ye ulaşıldı. Şimdi Kocaçimentepesi'ni tasavvur edin. Kocaçimen yarımadanın en yüksek tepesidir. Fakat Arıburnu noktası ölü açıda kaldığından buradan görülmüyor. Orada denizde bulunan gemilerden ve zırhlılardan başka hiçbir şey görmedim. Düşmanın karaya çıkmış piyadesinin henüz oradan uzak olduğunu anladım. Askerler o müşkül araziyi beklemeden geçtiği için yorulmuş ve yürüyüş derinliği pek fazla derinleşmişti. Alay ve batarya kumandanına askeri tamamen toplayıp küçük bir istirahat vermelerini söyledim. Denizden görülmeden on dakika kadar bekleyecekler, sonra beni takip edeceklerdi. Ben de orada bir Abdalgeçidi vardır, o Abdalgeçidi'nden Conkbayırı'na gidecektim. Yanımda yaverim, emir zabitim ve sertabip ile oralarda tekrar bulunduğumuz fırka cebel topçu taburu kumandanı olduğu halde evvelâ atlı olarak yürümeye teşebbüs ettik, fakat arazi uygun değildi. Hayvanları bıraktık, yaya olarak Conkbayırı'na vardık. Şimdi burada tesadüf ettiğimiz sahne çok enteresan bir sahnedir. Ve vak'anın en mühim ânı bence budur. Bu esnada Conkbayırı'nın güneyindeki 261 râkımlı tepeden sahilin gözetleme ve emniyetine memuren oralarda bulunan bir müfreze askerinin Conkbayırı'na doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm. Size şu konuşmayı aynen okuyacağım! Bizzat bu askerin önüne çıkarak;
"-Niçin kaçıyorsunuz?" dedim.
"-Efendim düşman!" dediler.
"-Nerede?"
"-İşte!" diye 261 râkımlı tepeyi gösterdiler.
Gerçekten düşmanın bir avcı hattı 261 râkımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlikle ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün; Ben kuvvetlerimi bırakmışım, askerler on dakika istirahat etsinler diye... Düşman bu tepeye gelmiş... Demek ki düşman, benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman, benim bulunduğum yere gelse kuvvetlerim pek fena bir vaziyete uğrayacaktı. O zaman artık bunu bilmiyordum, bir mantık muhakemesi midir, yoksa içgüdü ile midir, bilemiyorum;
"-Düşmandan kaçılmaz." dedim.
"-Cephanemiz kalmadı." dediler.
"-Cephaneniz yoksa, süngünüz var." dedim.
Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırı'na doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile cebel bataryasının yetişebilen askerlerinin marş marş ile benim bulunduğum yere gelmeleri için yanımdaki emir zabitini geriye gönderdim. Bu askerler süngü takıp yere yatınca düşman askerleri de yattı. Kazandığımız an bu andır...
Kaynak: Çanakkale Hatıraları, Anafartalar Kumandanı Mustafa Kemal ile Mülakat, Ruşen Eşref, Arma Yayınları, 2005, s/22-23
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)